Categories
Journalism

Karl Marx: Arap halkının kurtuluşundan yana bir anti-kolonyalist

Marcello Musto – Akademisyen

Cezayir’de yaşadığı dönemde, Marx Fransızların istismarlarını, sürdürdükleri provokatif eylemleri, utanmaz kibirlerini ve yerli Arap nüfusun her başkaldırısına karşı intikam alma takıntılarını öfkeyle eleştiriyordu.

“Burada polis tarafından, Arapları ‘itirafa’ zorlamak için aynı İngilizlerin Hindistan’da uyguladığı gibi bir şiddet uygulanıyor.”

“Sömürgecilerin amacı her zaman aynı: yerel kolektif mülkiyeti yok etmek ve onu bedavaya elde ederek satabilecekleri bir nesneye dönüştürmek.”

Marx’ın Mağripte ne işi vardı?

1882 yılının kışında, ömrünün son yılında Marx ağır bir bronşite yakalanmış, doktoru, sıcak bir bölgede dinlenmesini tembih etmişti. Cebelitarık imkân dışıydı çünkü Marx’ın bölgeye girebilmek için pasaporta ihtiyacı vardı ve yurtsuz biri olarak böyle bir imkâna da sahip değildi. Bismarck imparatorluğu karla kaplı olmasının yanında Marx’a kapılarını kapatmıştı, İtalya ihtimalini ise Engels’in şu sözleri özetliyordu: “Tedavi sürecindeki bir hastanın gözetmesi gereken ilk şartlardan biri herhangi bir şekilde polis şiddetinden uzakta olmaktır.”

Marx’ın damadı Paul Lafargue ve Engels hastayı kışın soğuğundan kaçılabilecek bir yer olarak İngilizlerin çokça övdüğü Cezayir’e gitmeye ikna etmişti. Kızı Eleanor’un daha sonra hatırlatacağı üzere, Marx’ı bu olağandışı geziye iten en önemli sebep ise Kapital’i tamamlamaktı.

İngiltere ve Fransa’yı trenle, ardından Akdeniz’i ise tekneyle geçti. Cezayir’de geçirdiği 72 gün, Marx’ın hayatında Avrupa dışında geçirdiği tek vakit oldu. Fakat günler geçtikçe, Marx’ın sağlığı düzelmedi. Çektiği acı da yalnızca fiziksel değildi. Eşinin ölümünden sonra çok yalnız kalmış, Engels’e “büyük Don Kişot gibi, derin melankoli atakları” yaşadığını yazmıştı. Ayrıca sağlık sorunları sebebiyle yoğun entelektüel hareketlilikten de uzak kalmıştı.

Fransız Sömürgecileri Tarafından Özel Mülkiyetle Tanışmanın Etkisi

Pek çok talihsiz gelişme, Marx’ın Cezayir hakikatinin temeline vâkıf olabilmesinin önüne geçmişti ki zaten –birkaç sene önce yoğun ilgisini çeken bir konu olarak– Arapların komünal mülkiyet biçimleri üzerine çalışabilmesinin imkânı da yoktu. 1879’da Marx Rus sosyolog Maksim Kovalevski’nin Komünal Toprak Sahipliği: Sebepleri, Gelişimi ve Gerileyişinin Sonuçları kitabından kimi kısımları not defterine geçiriyordu. Kopya ettikleri, Cezayir’de Fransız sömürgecilerin gelişinden önce kamu mülkiyetine ve sonrasında yaşanan değişimlere dairdi. Marx, Kovalevski’den şu cümleleri defterine almıştı: “Özel toprak sahipliğinin düzenlenmesi –Fransız burjuvasının gözünde– siyasal ve toplumsal düzlemlerde ilerlemenin esas koşuluydu” komünist eğilimleri akla getirebilecek biçimler, hem koloni hem anavatan için tehdit unsuruydu.” Marx’ın ilgisini çeken bir başka analiz “Fransızlar oldukları tüm rejimlerde toprak sahipliğinin yerlilerden sömürgecilere geçişinin peşindeydi. (…) Sömürgecilerin amacı her zaman aynıydı: Yerel kolektif mülkiyeti yok etmek ve onu bedavaya elde ederek satabilecekleri bir nesneye dönüştürmek, bu sayede son aşamada Fransız sömürgecilerinin ele geçirebilmesini kolaylaştırmıştı.”

Cezayir’e dair kanun düzenlemesi, sol cumhuriyetçi Jules Warnier tarafından önerilmiş ve 1873’te onaylanmıştı, Marx Kovalevski’nin iddiasını destekleyerek bu yasanın tek amacının “Yerli nüfusa ait toprağın Avrupalı sömürgeciler ve vurguncular tarafından gasp edilmesi” olduğunu söyleyecekti. Fransızların yüzsüzlüğü ya “doğrudan hırsızlığa” kadar varıyor ya da yerlilerin kullanımına açık olan tüm boş arazilerin “hükümet mülküne” dönüştürülmesi olarak gerçekleşiyordu. Bu süreç bir başka önemli sonucu hayata geçirebilmek için de tasarlanmıştı: Yerli nüfusun direnme tehlikesinin önüne geçebilmek. Yeniden, Kovalevski’nin sözlerini Marx defterine geçiriyordu: “özel mülkiyetin kuruluşu ve Avrupalı sömürgecilerin Arap aşiretlerinin içerisine yerleşmesi, aşiretlerin birlikteliğinin dağılması sürecini hızlandırabilmek için en önemli imkândı. (…) Arapları mülksüzleştirmeyi hedefleyen yasanın iki amacı vardı: 1) Fransızların mümkün olabilecek en fazla toprağa sahip olması ve 2) Güç alabildikleri son damar olan toprakla doğal bağlarının yok edilmesi ve bu sayede aşiretler arasındaki birliğin çözülmesi ile herhangi bir isyan tehdidinin ortadan kaldırılması.”

Marx toprak sahipliğinin bu biçimde özelleştirilmesinin işgalciler açısından yalnızca önemli ekonomik getirileri olmadığını aynı zamanda siyasal bir hedefi de yerine getirdiğini ekler: Bu toplumun temellerini yok edebilmek.

Arap Dünyasındaki Etkileri

1882’nin Şubat’ında Marx Cezayir’deyken yerel The News gazetesinde yeni kurulan sistemin adaletsizliklerini belgeleyen bir makale yayınlanır. Teoride, herhangi bir Fransız vatandaşı o dönemde ülkesini dahi terk etmeden 100 hektardan fazla Cezayir toprağı üzerinde imtiyaz sahibi olabilecek ve bu toprağı 40 bin Franka Cezayirlilere satabilecekti. Gerçekten de yerleşimciler, 20-30 Franka aldıkları her parsel toprağı 300 Franktan sattılar.

Marx sağlık sorunları sebebiyle bu soruna dair çalışamadı. Fakat, Marx’ın yazdığı mektuplardan on altısında (çok daha fazla yazdı ancak bir kısmı kayboldu) Akdeniz’in güney kıyısından pek çok önemli gözlemini yazdı. Bu gözlemlerden en çok öne çıkanlar, Müslümanlar arasındaki toplumsal ilişkileri işleyenlerdi. Arap toplumunun kimi özellikleri Marx’ı derinden etkilemişti. “Gerçek bir Müslümanın gözünde” diye yazıyordu Marx; “şanstan ya da talihsizlikten doğan tesadüfler Muhammed’in evlatlarını ayrıştırmazdı. Toplumsal ilişkilerindeki mutlak eşitliği etkilemezdi. Aksine, ancak yozlaştıklarında bunların farkına varırlardı. Siyasetçileri aynı hassasiyeti hissederek bu mutlak eşitliği sağlamaya çalışırlardı. Ancak devrimci bir hareket ortaya çıkmazsa ya yok olacaklar ya da tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolacaklar.”

Bu mektuplarında, Marx Avrupalıların şiddetli suistimallerine ve kesintisiz provokasyonlarına, “düşük ırktan” gördükleri ile karşı karşıya geldiklerinde ortaya çıkan yüzsüz kibirlerine ve küstahlıklarına, herhangi bir isyanla karşılaştıklarında ortaya çıkan, Kenanlı Molok’u hatırlatan ürkütücü intikam takıntılarına ağır ve küçümseyici ifadelerle saldırıyordu. Ayrıca sömürgeci işgalin karşılaştırmalı tarihi içinde “İngilizlerin ve Hollandalıların Fransızları geçtiklerini” de vurguluyordu. Cezayir özelinde, Engels’e yazdığı mektupta düzenli olarak görüştüğü ilerici bir yargıç olan Ferme’nin “Arapların ağzından itiraf alabilmek için polis tarafından (İngilizlerin Hindistan’da yaptığı gibi) özel bir işkence türü uyguladıklarını” gözlemlediğini aktarıyordu. Ferme Marx’a “örneğin bir Arap grubu cinayet işlediğinde, genelde ortada bir hırsızlık vardır ve mağdur yerleşimci aile faillerin yargılanıp infaz edilmesini zararlarının tazmini için yeterli görmez. Yarım düzine masum Arap’ın da infaz edilmesini talep eder. (…) Avrupalı bir sömürgeci ister yerleşim için ister iş için olsun, ‘düşük ırktan’ gördükleri arasına girdiğinde genelde kendisini kraldan bile daha katı bir otorite olarak görür.”

Mısır’da İngiliz Sömürgeciliğine Karşı

Hemen birkaç ay sonra Marx bu kez de Mısır’daki İngiliz varlığını hedef alır. Birleşik Krallık askerlerinin başlattığı 1882 savaşı, 1879’da başlayan Urabî isyanını sonlandırmış ve İngilizlere Mısır’da hamilik sağlamıştı. Marx, bağımsız bir sınıf pozisyonu alamayan ilericilere öfkelenmiş ve işçilerin devletin söylevlerine ve kurumlarına karşı durmaya mecbur olduğunu vurgulamıştı.

Marx’ın “İngiliz parlamenterlerin en iyisi” olarak gördüğü, İşbirliği Kongresi başkanı ve milletvekili Joseph Cowen’in Mısır’da İngiliz işgalini meşrulaştırmasını, Alman filozof kesin bir dille kınamıştı.

Bununla da kalmayarak, Britanya hükümetini paylamayı da unutmamıştı: “Müthiş! Hatta, Hıristiyan ikiyüzlülüğünü gösterme açısından Mısır’ın ‘fethinden’ daha küstah bir örnek olamazdı: Barışın ortasında bir fetih!” Fakat Cowen, 8 Ocak 1883’te Newcastle’de yaptığı bir konuşmada, Britanya’nın “kahramanlığına”, “ordunun yürüyüşünün büyüsüne” duyduğu hayranlığı ifade ediyor, “Atlantik ve Hint Okyanusu arasında tahkim edilmiş saldırı cephelerini, Delta’dan Ümit Burnu’na Uzanan Afrika Britanya İmparatorluğunu” düşündükçe sırıtmadan edemediğini belirtiyordu. Bu “sorumluluk” ve “milli çıkarın” şekillendirdiği “İngiliz tarzıydı”. Marx, Cowen’i “tarihsel misyonlarına hizmet edecek sorumluluklar almaya devam ederken öbür yandan boş yere itiraz eden zavallı İngiliz burjuvalarının” tipik bir örneği olarak görüyordu.

Marx Avrupa dışı toplumlara dair derin araştırmalara girişmiş ve kolonyalizmin tahribatına karşı duruşunu gizlememişti. Kimi liberal akademik çevrelerde bu dönemde çok moda olan yöntemsel şüpheciliğe karşın, aksini düşünmek hata olur.

Marx hayatı boyunca uluslararası politikadaki önemli gelişmeleri takip etmişti ve yazmalarından, mektuplarından da görebileceğimiz üzere 1880’lerde İngilizlerin Mısır ve Hindistan’daki sömürgeci zulmüne de Cezayir’de Fransız kolonyalizmine de karşı duruşunu açıkça ifade etmişti. Ne Avrupa merkezciydi ne de yalnızca sınıf mücadelesine odaklanmıştı. Marx yeni siyasi çelişkilerin ve çevre coğrafyaların, kapitalist sisteme dair süregiden eleştirileri için temel önemde olduğunu düşünüyordu. Daha da önemlisi, ezenlere karşı hep ezilenlerden yana olmuştu.

Categories
Past talks

Apresentação do livro “O Renascimento de Marx”

Categories
TV

Os manuscritos de Marx (Book Launch)

Categories
Reviews

Howard Engelskirchen, Science & Society

I was in Paris a year and a little more after May 1968 and found myself within the swirl of effects generated by Althusser and Balibar’s Reading Capital. I met with Poulantzas to discuss law and studied with Bettelheim at the Sorbonne. Certainly, I was influenced by the book, but I was new to Marxism, and, in any event, the proposal of an ‘epistemological break’ between the young Marx and his younger self’s scientific successor did not hold my attention. In addition to the Economic and Philosophical Manuscripts of 1844, the Results of the Immediate Process of Production (Capital’s unpublished Chapter 6) was available as well as the Grundrisse, and it was all too new, too interesting, and too far-reaching to justify quarantining any of it. Thus, more than a half-century later, it is a pleasure to read the resource Marcello Musto has provided in Karl Marx’s Writings on Alienation. On this topic, it confirms the impressive continuity of Marx’s thought. One sees consistent themes developed from the first excerpts of the 1844 Manuscripts to the last sections of Capital I and III. In the book’s Introduction, “Alienation Redux” (available at his website: http://www.marcellomusto .org; see a shorter review for the Jacobin also there available), Professor Musto identifies three lines of debate triggered by the 1844 Manuscripts among Marxists: (1) the idea that this text represents the preeminent core of his thought, (2) the idea of a split between the young left-Hegelian or humanist Marx and mature scientific iterations of him, and (3) a third approach that sees a continuity in his development. Musto places himself in the latter camp, and the materials gathered reflect this: excerpts are collected from the 1844 Manuscripts, “Comments on James Mill,” The Holy Family, The German Ideology, Wage Labour and Capital, the “Speech at the Anniversary of the People’s Paper,” the Grundrisse, the original text of a Contribution to the Critique of Political Economy, On the Critique of Political Economy (Manuscript 1861–63), the Theories of Surplus Value, the Economic Manuscripts of 1863–1865, the Results of the Immediate Process of Production, as well as from volumes I and III of Capital. Continuity underscores a methodological lesson for us all: In the rigor and persistence of his work, Marx’s early themes were developed not just as science but with a truly breathtaking penetration and vision. Rather than leaving the insights of his youth behind, they became a provocation for transforming classical political economy — involving precisely an ‘epistemological break’ — and in the process (as I argued in Capital as a Social Kind) foreshadowing contemporary scientific realism as a philosophy for science. Tools to elaborate his early ideas were not at hand, so he went about crafting them. Thus, in notebooks for his Doctoral Dissertation (in volume 1 of Marx Engels Collected Works), Marx wrote, “Every separation is separation of a unity” (493), and, indeed, alienation can be understood as a separation severed from the unity to which it belongs. But then we notice in the generality of this aphorism a seed of what is worked out in Chapter 26 of Capital I as the very basis of capitalist production; primitive accumulation there means the separation of the producer from the land, the expropriation of the peasant. Plainly, if the worker is separated from the conditions of production, there can be no production at all. Yet, as Musto’s excerpts abundantly show, for capital, the joining required reproduces the alienation of the starting point: separation is perpetuated in the labor process (e.g., 54, 64–65, 88–91, 150) and reproduced in the result (e.g., 52, 83, 103, 149–50).
In his “Introduction,” Musto offers a critique not only of those who emphasize the early writings at the expense of the scope of Marx’s scientific achievements to come but extends this critique to those who “[pass] backward and forward from the Economic and Philosophical Manuscripts of 1844 to Capital, as if Marx’s work were a single timeless and undifferentiated text” (20). It is not hard to find misinterpretations of Marx of all sorts, but in my view there is room to push back here. For sure, an undifferentiated reading of anything, including a single text, can only loosely be called a reading at all, and without doubt, attention must be paid to the trajectory of scientific growth and maturation of Marx’s thought. However, reading Marx’s texts whole seems important — there tend to be always new provocations to gain a fuller grasp of what he is about, and fresh confrontation with the early writings can raise questions till then unsuspected or clarify puzzles long ago put on hold. Indeed, Musto’s small collection gives us precisely a chance to read as a rough whole the concept of alienation as a focal motif in Marx’s thought. For example, conflicts over the Young Marx/Mature Marx led, as Professor Musto recounts, to counterposing the rigor of Marx’s analysis of exploitation with a humanist emphasis on alienation (20). However, a more philosophically grounded understanding of Marx’s science recognizes alienation and exploitation as a unity — as I argue in “Karl Marx and the Riddle of the Nicomachean Ethics 5.5” (forthcoming), the separation of the worker from the conditions of production provides the structural possibility of exploitation such that these are the same thing grasped from two different perspectives; alienation’s exploitative potential as structure is realized in the actual appropriation of laboring activity and the alienating separation it reproduces (see the Grundrisse excerpt quoted at 96: “the same relation from opposite poles”). The texts excerpted are organized chronologically, and the different works from which they are taken are each introduced by a brief paragraph suggesting points of significance. Actually, it can be helpful to read these paragraphs one after another for the overview doing so provides. Professor Musto’s “Introduction” is organized into nine parts: (1) the origin of the concept, (2) the rediscovery of alienation, (3) other concepts of alienation, (4) the debate on the conception of alienation in Marx’s early writings, (5) the irresistible fascination of the theory of alienation, (6) alienation theory in north American sociology, (7) the concept of alienation in Capital and its preparatory manuscripts, (8) commodity fetishism, and, importantly, (9) communism, emancipation, and freedom. The introductory paragraph of this last section is an unusually succinct gathering of a half dozen quotations from Marx, all too rarely emphasized; taken together, they provide an impressively compelling frame for our revolutionary path. Finally, there is a significant omission: while the excerpts are organized from first to later pages according to the text from which they are taken, they are not cited to their source, so it becomes a challenge for the reader to follow up on any particular passage. Professor Musto informs me that this is not true of the Italian edition and assures me also that he will have a reference list on his website connecting each excerpt to the page where it may be found. In sum, thanks to Marcello Musto for revisiting the concept of alienation and highlighting the importance of interrogating this theme today.

Categories
Past talks

O Renascimento de Marx

Categories
Past talks

A guerra e a esquerda: Reconstrução de uma história conturbada

Categories
Journalism

كارل ماركس: المناهض للاستعمار في البلاد العربية

عندما عاش ماركس في الجزائر، هاجم بشدة انتهاكات الفرنسيين العنيفة، وأعمالهم الاستفزازية المتكررة وتعاليهم الوقح وغطرستهم، وهوسهم بالانتقام مثل مولوخ[1] في مواجهة كل تمرد من السكان العرب. فكتب: «تفرض الشرطة نوع من التعذيب هنا لإجبار العرب على «الاعتراف»، تمامًا كما يفعل البريطانيون في الهند». ماركس: «هدف المستعمرون دائمًا نفس الشيء: تدمير الملكية الجماعية الأصلية وتحويلها إلى سلعة للبيع والشراء».

ما الذي كان يفعله ماركس في المغرب العربي؟

في شتاء عام 1882م، خلال العام الأخير من حياته، عانى كارل ماركس من التهاب حاد في الشعب الهوائية فنصحه طبيبه بقضاء فترة راحة في مكان دافئ. كانت الخيارات المطروحة محدودة فلم يكن جبل طارق ضمنها؛ لأن ماركس كان بحاجة إلى جواز سفر لدخول الإقليم، وبصفته شخصًا بدون جنسية بالتالي بلا جواز، كان الأمر مستبعدًا، أمّا فيما يخص الإمبراطورية الالمانية؛ فقد كانت الثلوج تغطيها ولا تزال محظورة عليه على أي حال، في حين كانت إيطاليا أيضًا غير واردة، وذلك حسب تعبير فريدريك إنجلز: «إنّ الشرط الأول للنقاهة هو عدم وجود مضايقات من الشرطة».

أقنعه صهره بول لافارج وإنجلز بالتوجه إلى الجزائر، التي كانت معروفة بين الإنجليز كملجأ للهروب من قسوة الشتاء. كما تذكر إلينور ماركس لاحقًا، أن الذي دفع ماركس إلى القيام بهذه الرحلة غير العادية هو أولًا: إكمال رأس المال. عَبَرَ ماركس إنجلترا وفرنسا بالقطار ثم البحر الأبيض المتوسط ​​بالقارب، وعاش في الجزائر لمدة 72 يومًا وكانت هذه هي المرة الوحيدة التي غادر فيها أوروبا، غير أنّه -ومع مرور الوقت- لم يُظهر أيّ تحسن صحي، فمعاناته لم تكن جسدية فقط، لقد كان وحيدًا جدًا بعد وفاة زوجته، وكتب إلى إنجلز قائلًا أنّه يشعر «بهجمات عنيفة من الكآبة العميقة، مثل دون كيخوته العظيم». كما افتقد ماركس -بسبب حالته الصحية- النشاط الفكري الجاد، وهو أمر ضروري -دائمًا- بالنسبة له.

 آثار إدخال المستعمرين الفرنسيين للملكية الخاصة

لم يسمح وقوع العديد من الأحداث غير المواتية لماركس بالوصول إلى حقيقة الواقع الجزائري، ولم يكن من الممكن حقًا دراسة خصائص الملكية الجماعية عند العرب -وهو موضوع كان قد اهتم به كثيرًا قبل بضع سنوات-. في عام 1879م، قام ماركس بنسخ أجزاء من كتاب عالم الاجتماع الروسي مكسيم كوفاليفسكي، «الملكية الجماعية للأرض: أسباب انحلالها وتاريخها ونتائجها»، خُصصت إحدى دفاتر دراسته لأهمية الملكية الجماعية في الجزائر قبل وصول المستعمرين الفرنسيين، وكذلك للتغييرات التي أدخلوها.

من كتاب كوفاليفسكي، نسخ ماركس ما يلي: «تشكّل ملكية الأرض الخاصة -في نظر البرجوازية الفرنسية- شرطًا ضروريًا لكل تقدم في المجال السياسي والاجتماعي»، إنّ استمرار الحفاظ على الملكية الجماعية «بوصفها شكل يعزز النزعات الشيوعية في الأذهان، أمر خطير على المستعمرة وعلى الوطن الأم». كما أنه انجذب إلى الملاحظات التالية: «لقد سعى الفرنسيون إلى نقل ملكية الأرض من أيدي السكان الأصليين إلى أيدي المستعمرين والمضاربين الأوروبيين في ظل جميع الأنظمة، كان الهدف دائمًا نفسه يتكرر: تدمير الملكية الجماعية الأصلية وتحويلها إلى سلعة للبيع والشراء، وبهذه الوسيلة يتم تسهيل الانتقال النهائي إلى أيدي المستعمرين الفرنسيين.

أما بالنسبة للتشريع حول الجزائر «قانون وارني»[2] الذي اقترحه الجمهوري اليساري جول وارني وتم إقراره في عام 1873م، فقد أيد ماركس احتجاج كوفاليفسكي بأن الغرض الوحيد منه كان: «مصادرة أراضي السكان الأصليين من قبل المستعمرين والمضاربين الأوروبيين، ووصلت وقاحة الفرنسيين إلى حد «السرقة المباشرة»، أو تحويل جميع الأراضي غير المزروعة المتبقية من ملكية العروش[3] للاستخدام المحلي، إلى «ملكية الحكومة». وُضِعَ هذا الإجراء للوصول إلى نتيجة أخرى مهمة: القضاء على خطر المقاومة من السكان المحليين.

مرة أخرى، ومن خلال كلمات كوفاليفسكي، لاحظ ماركس أنه «سيصبح تأسيس الملكية الخاصة واستيطان المستعمرين الأوروبيين بين العشائر العربية؛ أقوى الوسائل لتسريع عملية حل روابط العشيرة. كان القصد من قانون نزع ملكية العرب غرضين: 1- توفير أكبر قدر ممكن من الأراضي للفرنسيين؛ و 2- إزالة الروابط العربية الطبيعية بالأرض، لكسر آخر قوة لروابط العشيرة التي عُمِلَ على حلها، وبالتالي استبعاد أي خطر لأي تمرد. علق ماركس على أن هذا النوع من الفردية في ملكية الأرض لم يضمن فقط فوائد اقتصادية ضخمة للمستعمرين فحسب، بل حقق أيضًا «هدفًا سياسيًا: تدمير بُنية هذا المجتمع».

تأملات في العالم العربي

في فبراير 1882م، عندما كان ماركس في الجزائر، وثّقت مقالة في صحيفة «ذا نيوز» المحلية؛ الظلم الذي يتسم به النظام الجديد. من الناحية النظرية، كان بإمكان أي مواطن فرنسي الحصول على امتياز لأكثر من 100 هكتار من الأراضي الجزائرية، دون حتى مغادرة بلده، ثم إعادة بيعها إلى مواطن محلي مقابل 40 ألف فرنك. وكمعدل، باع المستعمرون كل قطعة أرض اشتروها مقابل 20-30 فرنكًا بسعر 300 فرنك. حال َوضعه الصحي السيء، دون التعمق في دراسته لهذه المسألة، ومع ذلك، في الرسائل الستة عشرة التي كتبها ماركس ووصلتنا (كتب أكثر من ذلك، لكنها ضاعت أو اُتلفت)؛ قدم عددًا من الملاحظات المهمة من الطرف الجنوبي من البحر الأبيض المتوسط، لعلّ الملفتة هي تلك التي تدور حول العلاقات الاجتماعية بين المسلمين.

لقد تأثر ماركس بشدّة ببعض خصائص المجتمع العربي. علّق قائلاً: بالنسبة لـ «المسلم الحقيقي مثل هذه الحوادث -الجيد أو السيء منها- لا تفرّق بينهم، ولا تتأثر المساواة المطلقة في تواصلهم الاجتماعي. على العكس من ذلك، فقط عندما يفسدون هم مدركين لذلك. يعتبر سياسيوهم هذا الشعور والممارسة للمساواة المطلقة مهميّن. ومع هذا، فإنهم يستطيعون التدمير دون حركة ثورية».

في رسائله، هاجم ماركس بازدراء انتهاكات الأوربيين العنيفة واستفزازاتهم المستمرة، ولا سيما «ادعاءاتهم السافرة وتماديهم تجاه الأجناس الدنيا»، وهوسهم المولوخي المروّع بالانتقام في مواجهة أي عمل من أعمال التمرد. كما شدّد على أنه في التاريخ المقارن لاحتلال المستعمرات؛ «تفوّق البريطانيون والهولنديون على الفرنسيين». في الجزائر نفسها، أبلغ إنجلز أن القاضي التقدُميّ فيرمي الذي التقى به، شهد بانتظام خلال مسيرته المهنية «شكلاً من أشكال التعذيب لاستخراج «اعترافات» من العرب، تقوم بها الشرطة بشكل طبيعي (مثل الإنجليز في الهند)».

كما قال لماركس أنّه «عندما ترتَكب عصابة عربية جريمة قتل وسرقة، ويُلقى القبض على المذنبين في الوقت المناسب وتقديمهم للمحاكمة والإعدام، فإن هذا لا يُعتبر تعويض كافٍ لعائلة المستعمر المصاب. بل يطالبون أيضًا «بالقبض» على نصف دزينة من العرب الأبرياء على الأقل. عندما يسكن مستعمر أوروبي بين أولئك الذين يُعتبرون «الأجناس الدنيا»، سواء كان مستوطنًا أو ببساطة تاجر، فإنه ينظر إلى نفسه عمومًا على أنه أكثر حُرمة من الملك».

ضد الوجود الاستعماري البريطاني في مصر

وعلى نحو مماثل، بعد بضعة أشهر، لم يدخر ماركس أي جهد في توجيه انتقادات لاذعة للوجود الاستعماري البريطاني في مصر. أنهت الحرب التي شنتها قوات المملكة المتحدة عام 1882م على ثورة عرابي التي بدأت عام 1879م ومكنت البريطانيين من إعلان مصر محميةً لها. كان ماركس غاضبًا من التقدمييّن الذين برهنوا عن عجزهم في الحفاظ على موقف طبقي مستقل، نبّه من أنه من الضروري جدًا أن يعارض العمال مؤسسات الدولة وخطابها. عندما بّرر جوزيف كوين (عضو مجلس النواب ورئيس المؤتمر التعاوني) -الذي اعتبره ماركس «أفضل النوّاب الإنجليز»- الغزو البريطاني لمصر، أعرب ماركس عن استنكاره الشديد لذلك.

كما وجه انتقادات شديدة للحكومة البريطانية، قائلاً: «رائع جدًا! في الواقع، لا يمكن أن يكون هناك مثال أوضح على النفاق المسيحي من غزو مصر -غزو في وسط السلام!-». لكن كوين، في خطابٍ ألقاه في 8 يناير 1883م في نيوكاسل، أعرب عن إعجابه «بالمآثر البطولية» للبريطانيين، و«تألق عرضنا العسكري»؛ وقال أيضًا أنه «لا يسعه إلا أن يبتسم على المنظر الرائع لجميع مواقع الهجوم المحصّنة بين المحيط الأطلسي والمحيط الهندي، وإلى جانب ذلك: «إمبراطورية إفريقية-بريطانية» من الدلتا إلى كيب تاون».

كان هذا هو «النمط الإنجليزي»، الذي يتميز بـ «المسؤولية» تجاه «مصلحة الوطن الأم»، وخلُص ماركس إلى أن كوين في السياسة الخارجية، هو مثال نموذجي على «هؤلاء البرجوازيين البريطانيين المساكين، الذين يتأوهون وهم يتحملون المزيد من «المسؤوليات» في خدمة مهمتهم التاريخية، بينما يحتجون عبثًا ضدها». أجرى ماركس دراسات شاملة للمجتمعات خارج أوروبا، وأعرب بشكل لا لبس فيه عن معارضته ضد فظاعات الاستعمار. ومن الخطأ أن نفترض خلاف ذلك، على الرغم من الشكوك الذرائعية السائدة هذه الأيام في بعض الأوساط الأكاديمية الليبرالية.

خلال حياته، راقب ماركس عن كثب الأحداث الرئيسية في السياسة الدولية كما رأينا من كتاباته ورسائله، فقد أعرب في ثمانينيات القرن التاسع عشر عن معارضته الشديدة للقمع الاستعماري البريطاني في الهند ومصر، وكذلك للاستعمار الفرنسي في الجزائر. لم يكن ماركس مركزياً أوروبيًا على الإطلاق ويركّز على الصراع الطبقي فقط، بل اعتقد ماركس أن دراسة النزاعات السياسية الجديدة والمناطق الجغرافية الطرفية؛ أمر أساسي لنقده المستمر للرأسمالية، والأهم من ذلك، أنه وقف دائمًا إلى جانب المضطهدين».

[1]: مولوخ هو إله ذو نزعة شريرة لا يرضيه إلا قرابين الأطفال التي تقدم له حيث يحرقون بالقرب من المذبح. انتسب إلى العديد من الثقافات الكنعانية والفينيقية وذكر في الكتاب العبري.

[2]: قانون وارني جاء بهدف القضاء على الملكية الجماعية للقبائل والعروش؛ فسمح للسلطات الفرنسية بانتزاع عدد كبير من الأراضي.

[3]: ملكية العروش هي أهم أصناف الملكية العقارية في الجزائر منذ القرن الحادي عشر، حيث استقرت القبائل البدوية وتوطنت العشائر بالمناطق التي استحوذت عليها أو أُعطيت لها. وهذا النوع من الملكيات تتغير تسميته حسب المناطق والاقاليم.

Categories
Journalism

Marx’ın komünizm anlayışı

Marx’ın önceliği “modern toplumun ekonomik hareket kanununu açığa çıkarmak” idi. Kapitalist üretim biçiminin, esas devrimci özne olan proletaryanın mevcut sosyoekonomik sistemi yıkmasına fayda sağlayacak kapsamlı bir eleştirisini geliştirmeyi amaçlıyordu.

Dahası, kesinlikle “yeni bir din” niyetinde olmayan Marx, teorik olarak anlamsız ve politik olarak verimsiz gördüğü, komünist toplum için evrensel bir model tarifinden de geri durdu. Bu sebeple, Kapital’in ilk cildinde “geleceğin menüleri için yemek tarifi” yazma niyetinde olmadığını açıkça belirtmişti. Buna rağmen, birçok yorumcunun hatalı iddiasının aksine, Marx komünist topluma dair kimisi basılmış kimisi basılmamış birçok fikir geliştirmişti.

ÖZGÜR İŞTİRAK KOMÜNİZM

Marx’ın komünizm tahayyülü, “özgür bireylerin, müşterekleştirilmiş üretim araçları ile çalışarak tek bir toplumsal emek gücü olduklarının tüm bilinci ile bu güçlerin birçok farklı formunu geliştirdikleri bir işbirliği idi.” Benzeri birçok tanımı Marx’ın yazılarında bulabiliriz. Grundrisse’de, kapitalizm sonrası toplumun “kolektif üretim” üzerine temelleneceğini yazmıştı. Gotha Programının Eleştirisi’nde ise “toplumsal örgütlenmeyi, üretim araçlarının ortak mülkiyeti temelinde ‘işbirliğine dayalı bir toplum’” olarak tanımlıyordu.
Kapital’in ilk cildinde, Marx, toplumun bu “daha yüksek formundaki” hâkim prensibin her bireyin tam ve özgür gelişimi olduğunu açıklıyordu. Fransa’da İç Savaş’ta, komün üyelerinin uyguladıkları tedbirlerle hemfikir olduğunu belirtirken “halkın kendi kendine hükümet edişinin eğilimlerine işaret ettiğini” yazıyordu. Daha açık olmak gerekirse, Paris Komünü’nün siyasi reformlarına dair değerlendirmesinde, “eski, merkezî hükümetin taşralarda dahi üreticilerin özyönetimine doğru kırılması gerektiğini” iddia ediyordu. Bu ifade, Bakunin’in Devletçilik ve Anarşizm eserinde yeniden ortaya çıkıyor; Marx “radikal bir toplumsal değişimin, toplulukların özyönetimi ile başlayacağının” altını çiziyordu.

Marx, burjuva topumda işçiler ve kapitalistlerin piyasa içerisindeki durumlarını eşitleyen sözde serbest rekabetin insan özgürlüğü ile hiçbir alakası olmadığını ve kapitalizm savunucuları tarafından yüceltildiğini belirtiyordu. Sistem demokrasi karşısında devasa bir engel teşkil ediyordu ve işçilerin ürettiklerinin dengine yaklaşamayacak bir karşılık aldıklarını en iyi şekilde gösteren de kendisiydi.

Marx Grundrisse’de kapitalizmin “bireylerin toplumsal üretim altında toplandığını” ve bunun “kendileri dışında varoluşunun kaderleri haline geldiğini” gözlemler. Bu da ancak alım satım değerleri her şey olup bittikten sonra belirlenen ürün üzerinden pazarlığı edilen değişim değerinin ederiyle belirleniyor. Buna karşın komünist toplumda ise emeğin kendi içinde dağıldığı işbirliğinin çıktısı olarak üretim “doğrudan toplumsal” olacak. “Ortak zenginliğin” sahipleri tarafından yönetilecek. “Üretimin toplumsal karakteri” üretileni en başından genel ve ortak olana doğru biçimlendirecek, “üretimin komünal karakteri” baştan belirlenmiş olacak ve bireyin emeği toplumsal emeğe dönüşecek. Marx’ın Gotha Programının Eleştirisi’nde vurguladığı gibi, kapitalizm sonrası toplumda “bireysel emek dolaylı bir biçimde var olmayacak ve doğrudan kümülatif emeğin tamamlayıcı parçasına dönüşecek”. Ek olarak, işçiler “bireyin işbölümüne köleleştirici itaatini” tarihe gömecek şartları da yaratabilecekti.

SOSYALİZM VE EKOLOJİ

Kapital’in ilk cildinde Marx burjuva toplumda “üretim sürecinin işçi için değil işçinin üretim süreci için var olduğunu” vurgular. Dahası, işçilerin sömürülmesine paralel olarak çevrenin sömürüsü de ortaya çıkar. Marx’ın komünist toplum fikrini üretici güçlerin gelişimine indirgeyen yorumlamalara karşın, Marx’ın kendisi bugün ekoloji sorunu dediğimiz konuya büyük ilgi gösterir. Birçok kez “kapitalist tarımdaki gelişmelerin yalnızca işçileri değil toprağı da soyduğunu” işaret etmiştir.

Komünizmde, planlı işbirliğinin şartları yaratılacaktır. Kapital’in üçüncü cildinde Marx işçilerin komünist üretim biçimini tesis edebildikleri vakit, “tekil bireylerin gezegene sahip olmasının, bir insanın diğeri üzerindeki sahipliği kadar absürt geleceğini” gözlemler. En radikal eleştirilerini kapitalizme içkin yıkıcı sahiplenmeye yönlendirerek, “ne tüm bir toplum ne tüm bir millet, hatta varolan tüm toplulukların bütünü dahil dünyanın sahibi değildir” der. Marx için, insanlar “onun içinde yaşayanlar, ondan yarar sağlayanlar olarak gezegeni gelecek nesiller için daha iyi bir duruma getirmekle mükelleftirler”.

Marx’ın komünizme dair fikirleri ne dogmatik şekilde bağlı kalınacak bir model olarak ne de farklı zaman ve yerlerde ayrım gözetmeden uygulanması gereken çözümler olarak düşünülmemelidir. Fakat bu taslaklar, paha biçilemez bir teorik hazine teşkil etmekte, bugün dahi kapitalizmin eleştirisinde bize yol göstermektedir.

Categories
Journalism

Marx foi um anticolonialista a favor da libertação do povo árabe

Quando viveu na Argélia, Marx atacou – com indignação – os abusos violentos dos franceses, seus atos provocativos repetidos, sua arrogância desavergonhada, presunção e obsessão em se vingar como Moloch diante de cada ato de rebelião da população árabe local.

“Uma espécie de tortura é aplicada aqui pela polícia, para forçar os árabes a ‘confessar’, assim como os britânicos fazem na Índia”, ele escreveu.

Marx: “O objetivo dos colonialistas é sempre o mesmo: destruir a propriedade coletiva indígena e transformá-la em objeto de compra e venda”.

O que Marx estava fazendo no Magrebe?

No inverno de 1882, durante o último ano de sua vida, Karl Marx teve uma bronquite grave e seu médico recomendou a ele um período de descanso em um lugar quente. Gibraltar foi descartada porque Marx precisaria de um passaporte para entrar no território, e como apátrida, ele não possuía um. O império bismarckiano estava coberto de neve e, de qualquer forma, ainda estava proibido para ele, enquanto a Itália estava fora de cogitação, uma vez que, como Friedrich Engels colocou, ‘a primeira condição quando se trata de convalescentes é que não haja assédio policial’.

Paul Lafargue, genro de Marx, e Engels convenceram o paciente a ir para Argel, que na época desfrutava de boa reputação entre os ingleses para escapar das rigores do inverno. Como lembrou mais tarde Eleanor Marx, filha de Marx, o que impulsionou Marx a fazer essa viagem incomum foi sua prioridade número um: concluir O Capital. Ele atravessou a Inglaterra e a França de trem e depois o Mediterrâneo de barco.

Ele viveu em Argel por 72 dias e essa foi a única vez em sua vida em que ele passou fora da Europa. À medida que os dias passavam, a saúde de Marx não melhorava. Seu sofrimento não era apenas físico. Ele se sentia muito solitário após a morte de sua esposa e escreveu a Engels que estava sentindo “ataques profundos de melancolia profunda, como o grande Dom Quixote”. Marx também sentia falta — devido a sua condição de saúde — de atividade intelectual séria, sempre essencial para ele.

Efeitos da introdução da propriedade privada pelos colonizadores franceses

Aprogressão de inúmeros eventos desfavoráveis não permitiu a Marx chegar ao fundo da realidade argelina, nem foi realmente possível para ele estudar as características da propriedade comum entre os árabes — um tópico que o interessava muito alguns anos antes. Em 1879, Marx copiou, em um de seus cadernos de estudo, trechos do livro do sociólogo russo Maksim Kovalevsky, Propriedade Comunal: Causas, Curso e Consequências de sua Declínio. Eles eram dedicados à importância da propriedade comum na Argélia antes da chegada dos colonizadores franceses, bem como às mudanças que eles introduziram. De Kovalevsky, Marx copiou: “A formação da propriedade privada da terra — aos olhos dos burgueses franceses – é uma condição necessária para todo progresso na esfera política e social. A manutenção contínua da propriedade comum, ‘como uma forma que apoia tendências comunistas nas mentes, é perigosa tanto para a colônia quanto para a pátria’. Ele também foi atraído pelos seguintes comentários: ‘a transferência da propriedade da terra das mãos dos nativos para as dos colonos foi perseguida pelos franceses sob todos os regimes. (…) O objetivo é sempre o mesmo: destruição da propriedade coletiva indígena e sua transformação em objeto de compra e venda livre, e por meio disso, a passagem final facilitada para as mãos dos colonos franceses”.

Quanto à legislação sobre a Argélia proposta pelo republicano de esquerda Jules Warnier e aprovada em 1873, Marx endossou a afirmação de Kovalevsky de que seu único propósito era a “expropriação do solo da população nativa pelos colonos europeus e especuladores”. A audácia dos franceses chegou ao ponto de “roubo direto”, ou conversão em “propriedade do governo” de todas as terras não cultivadas que permaneciam em comum para uso dos nativos. Esse processo foi projetado para produzir outro resultado importante: a eliminação do perigo de resistência pela população local. Novamente, através das palavras de Kovalevsky, Marx observou: “a base da propriedade privada e o estabelecimento de colonos europeus entre os clãs árabes se tornariam o meio mais poderoso para acelerar o processo de dissolução das uniões de clãs. (…) A expropriação dos árabes pretendida pela lei tinha dois objetivos: 1) fornecer aos franceses o máximo de terra possível; e 2) arrancar os árabes de seus laços naturais com a terra para quebrar a última força das uniões de clãs que estavam sendo dissolvidas, e assim qualquer perigo de rebelião”.

Marx comentou que esse tipo de individualização da propriedade da terra não apenas assegurou enormes benefícios econômicos para os invasores, mas também alcançou um “objetivo político: destruir a base dessa sociedade”.

Reflexões sobre o mundo árabe

Em fevereiro de 1882, quando Marx estava em Argel, um artigo no jornal local The News documentou as injustiças do sistema recém-criado. Teoricamente, qualquer cidadão francês na época poderia adquirir uma concessão de mais de 100 hectares de terra argelina, sem sequer sair de seu país, e então poderia revendê-la a um nativo por 40.000 francos. Em média, os colons vendiam cada pedaço de terra que compraram por 20 – 30 francos pelo preço de 300 francos.

Devido à sua saúde debilitada, Marx não pôde estudar esse assunto. No entanto, nas dezesseis cartas escritas por Marx

que sobreviveram (ele escreveu mais, mas foram perdidas), ele fez várias observações interessantes do sul do Mediterrâneo. As que se destacam são aquelas que lidam com as relações sociais entre os muçulmanos. Marx foi profundamente impressionado por algumas características da sociedade árabe. Para um “verdadeiro muçulmano”, ele comentou: “tais acidentes, bons ou maus, não distinguem os filhos de Maomé. A igualdade absoluta em sua interação social não é afetada. Pelo contrário, só quando corrompidos, eles se dão conta disso. Seus políticos consideram com razão esse mesmo sentimento e prática de igualdade absoluta como importante. No entanto, eles irão à ruína sem um movimento revolucionário”.

Em suas cartas, Marx atacou com desprezo os abusos violentos dos europeus e suas constantes provocações, e, não menos importante, sua “arrogância descarada e presunçosa em relação às ‘raças inferiores’, e sua obsessão sombria, como Moloch, com relação a qualquer ato de rebelião. Ele também enfatizou que, na história comparativa da ocupação colonial, “os britânicos e holandeses superam os franceses”. Em Argel em si, ele relatou a Engels que o juiz progressista Fermé, que ele encontrava regularmente, tinha visto, ao longo de sua carreira, “uma forma de tortura (…) para extrair ‘confissões’ dos árabes, naturalmente realizada (como os ingleses na Índia) pela polícia”. Ele tinha relatado a Marx que “quando, por exemplo, um assassinato é cometido por uma gangue árabe, geralmente com roubo em vista, e os criminosos reais são devidamente apreendidos, julgados e executados ao longo do tempo, isso não é considerado como expiação suficiente pela família colonista prejudicada. Eles exigem, além disso, a ‘detenção’ de pelo menos meia dúzia de árabes inocentes. (…) Quando um colono europeu mora entre aqueles que são considerados as ‘raças inferiores’, seja como colonizador ou apenas a negócios, geralmente se considera ainda mais inviolável do que o rei”.

Contra a presença colonial britânica no Egito

Da mesma forma, alguns meses depois, Marx não poupou críticas à presença britânica no Egito. A guerra de 1882, liderada por tropas do Reino Unido, encerrou a chamada revolta de Urabi, que havia começado em 1879, e permitiu aos britânicos estabelecer um protetorado no Egito. Marx ficou furioso com as pessoas progressistas que se mostraram incapazes de manter uma posição de classe autônoma, e alertou que era absolutamente necessário para os trabalhadores se oporem às instituições e retórica do estado.

Quando Joseph Cowen, um deputado e presidente do Congresso Cooperativo — considerado por Marx “o melhor dos parlamentares ingleses” — justificou a invasão britânica do Egito, Marx expressou sua total desaprovação.

Acima de tudo, ele censurou o governo britânico: “Muito bem! Na verdade, não poderia haver exemplo mais flagrante de hipocrisia cristã do que a ‘conquista’ do Egito — conquista em meio à paz!” Mas Cowen, em um discurso em 8 de janeiro de 1883 em Newcastle, expressou sua admiração pelo “feito heróico” dos britânicos e pelo “deslumbramento de nosso desfile militar”; ele também “não podia deixar de sorrir com a perspectiva encantadora de todas aquelas posições ofensivas fortificadas entre o Atlântico e o Oceano Índico e, de quebra, um ‘Império Britânico na África’ do Delta ao Cabo”. Era o “estilo inglês”, caracterizado pela “responsabilidade” com o “interesse doméstico”. Na política externa, Marx concluiu, Cowen era um exemplo típico “daqueles pobres burgueses britânicos, que gemem à medida que assumem cada vez mais ‘responsabilidades’ no serviço de sua missão histórica, enquanto protestam em vão contra ela”.

Marx empreendeu investigações aprofundadas das sociedades fora da Europa e expressou claramente sua oposição aos estragos do colonialismo. É um erro sugerir o contrário, apesar do ceticismo instrumental tão na moda nos dias de hoje em certos círculos acadêmicos liberais.

Durante sua vida, Marx observou de perto os principais eventos da política internacional e, como podemos ver em seus escritos e cartas, na década de 1880 ele expressou firme oposição à opressão colonial britânica na Índia e no Egito, bem como ao colonialismo francês na Argélia. Ele estava longe de ser eurocêntrico e obcecado apenas pelo conflito de classes. Marx considerava o estudo de novos conflitos políticos e áreas geográficas periféricas como fundamental para sua crítica contínua do sistema capitalista. O mais importante é que ele sempre tomou o partido dos oprimidos contra os opressores.

Categories
Journalism

Karl Marx – antikolonijalist koji se zalagao za oslobođenje arapskog naroda

Tijekom svog života, Marx je pomno promatrao glavne događaje u međunarodnoj politici i, kao što možemo vidjeti iz njegovih spisa i pisama, 1880-ih je izrazio snažno protivljenje britanskom kolonijalnom ugnjetavanju u Indiji i Egiptu, kao i kolonijalizmu Francuza u Alžiru

Dok je boravio u Alžiru, Marx je s indignacijom napadao činove nasilnog zlostavljanja koje su Francuzi provodili nad autohtonim stanovništvom, njihove neprestane činove provokacije, drsku aroganciju i opsjednutost za molohovskom osvetom i iznudom za kojima bi posezali nakon svakog čina pobune lokalnog arapskog stanovništva.

„Ovdje policija primjenjuje sve vrste mučenja kako bi iznudila priznanje od Arapa, baš kao što to Britanci rade u Indiji“, napisao je. „Cilj kolonijalista uvijek je isti: uništenje autohtonog kolektivnog vlasništva i njegovo pretvaranje u predmet slobodne kupovine i prodaje.“

Što je Marx radio u Magrebu?

Zime 1882. godine, u posljednjoj godini svoga života, Karl Marx je patio od teškog bronhitisa i njegov liječnik preporučio mu je da određeno vrijeme odmara na toplom mjestu. U Gibraltar nije mogao jer je trebao putovnicu za ulazak na taj teritorij, a on ju, kao osoba bez državljanstva, nije imao. Bismarckovo carstvo bilo je prekriveno snijegom i u njega mu je ionako bilo zabranjeno ulaziti, dok Italija nije dolazila u obzir, jer, kako je rekao Friedrich Engels, „prvi uvjet za rekonvalescente je taj da ih policija ne maltretira“.

Paul Lafrague, Marxov zet, i Engels, uvjerili su Marxa da ode u Alžir, koji je tada bio na dobrom glasu među Englezima, kako bi pobjegao od zimskog kijameta. Kako se kasnije prisjetila Marxova kći Eleanor Marx, ono što je potaknulo njenog oca na ovo neobično putovanje bio je njegov prioritet broj jedan: dovršiti Kapital.

Vlakom je prešao Englesku i Francusku, a zatim brodom Sredozemlje. U Alžiru je boravio 72 dana i to je bio jedini period u njegovom životu koji je proveo izvan Europe. Kako su dani prolazili, Marxovo zdravlje se nije popravljalo. Njegova patnja nije bila samo fizička. Osjećao se vrlo usamljeno nakon smrti supruge i pisao je Englesku da osjeća „teške napade melankolije, poput velikog Don Quijotea.“ Marxu je također nedostajala – zbog njegova zdravstvenog stanja – ozbiljna intelektualna aktivnost, njemu uvijek neophodna.

Učinci uvođenja privatnog vlasništva od strane francuskih kolonizatora

Slijed brojnih nemilih događaja nije dozvolio Marxu da pronikne u srž alžirske stvarnosti, niti je on uistinu bio u mogućnosti proučavati karakteristike zajedničkog vlasništva kod Arapa – što je bila tema koja ga je nekoliko godina unazad jako zanimala. Godine 1879. Marx je zapisao u jednoj od svojih bilježnica dijelove knjige ruskog sociologa Maksima Kovalevskog, Zajedničko vlasništvo nad zemljom: uzroci, tijek i posljedice njegova propadanja. Reci koje je Marx prepisao posvećeni su važnosti zajedničkog vlasništva u Alžiru prije dolaska francuskih kolonizatora, kao i transformacijama koje su oni uveli. Od Kovalevskog je Marx prepisao: „Formiranje privatnog zemljoposjedništva – u očima francuske buržoazije – nužan je uvjet za sav napredak u političkoj i društvenoj sferi.“ Daljnje održavanje zajedničke imovine, „kao oblika koji sadržava komunističke tendencije, opasno je i za koloniju i za domovinu.“ Također je pribilježio i sljedeće retke: „Francuzi su pod svim režimima tražili prijenos vlasništva zemlje iz ruku autohtonog stanovništva u ruke doseljenika. (…) Cilj je uvijek bio isti: uništenje autohtonog kolektivnog vlasništva i njegovo pretvaranje u objekt slobodne kupovine i prodaje, čime bi se olakšao konačni transfer vlasništva u ruke francuskih kolonista.“

Kada su u pitanju zakoni o Alžiru koje je predložio ljevičarski republikanac Jules Warnier i koji je usvojen 1873., Marx je podržao tvrdnju Kovalevskog da je njegova jedina svrha bila „izvlaštenje zemlje kojom je raspolagalo autohtono stanovištvo, a koje su provodili europski kolonisti i špekulanti.“ Drskost Francuza išla je čak do „direktne krađe“ ili pretvorbe u „državno vlasništvo“ sve zajedničke neobrađene zemlje koja je ostala u zajedničkom vlasništvu za lokalnu upotrebu. Ovaj proces osmišljen je kako bi proizveo još jedan važan učinak: „uspostava privatnog vlasništva i naseljavanje europskih kolonista postalo bi najmoćnije sredstvo za ubrzavanje procesa raspada arapskih klanovskih zajednica (…) Izvlaštenje arapske imovine, predviđeno zakonom, imalo je dva cilja: 1) osigurati Francuzima najveću moguću količinu zemlje; i 2) otrgnuti Arape od njihovih prirodnih veza sa zemljom kako bi se slomila snaga klanskih zajednica (i koje se kao posljedica toga raspadaju), a s time i svaka opasnost od pobune.“

Marx je komentirao da ova vrsta individualizacije zemljoposjedništva ne samo da je osigurala ogromnu ekonomsku korist za osvajače, već je također postigla i politički cilj: „uništiti temelje ovoga društva“.

Razmišljanja o arapskom svijetu

U februaru 1882., kad je Marx bio u Alžiru, člankom u lokalnim novinama The News dokumentirane su nepravde novostvorenog sistema. Teoretski, bilo koji francuski građanin tog vremena mogao je dobiti u koncesiju više od 100 hektara alžirske zemlje, a da nije ni napustio svoju zemlju, i zatim je preprodati Alžircu za 40 000 franaka. U prosjeku su kolonisti prodavali po cijeni od 300 franaka svaku parcelu koju bi kupili za 20 do 30 franaka.

Zbog narušenog zdravlja, Marx nije mogao proučavati ovu materiju. Međutim, u šesnaest pisama koja su sačuvana (napisao ih je još, ali su izgubljena), Marx je iznio niz zanimljivih zapažanja s južne obale Sredozemnog mora. Ističu se ona koja se tiču društvenih odnosa među muslimanima. Marxa su se jako dojmile neke karakteristike arapskog društva. Za „pravog muslimana“, komentirao je: „takve nezgode, dobra ili loša sreća, ne čine razlike među Muhamedovom djecom. Apsolutna jednakost u njihovim društvenim odnosima nije narušena. Naprotiv, tek kad se pokvare toga postaju svjesni. Njihovi političari s pravom taj isti osjećaj i praksu apsolutne jednakosti smatraju važnima. Međutim, bez revolucionarnog pokreta postat će korumpirani i uništeni.“

U svojim pismima, Marx je s prezirom napadao nasilna zlostavljanja i stalne provokacije Europljana i, ne manje važno, njihovu „golu aroganciju i drskost prema „nižim rasama“, [te] njihovu gnusnu, molohovsku opresiju za priznanjem krivnje za bilo kakav čin pobune. Također je primijetio da su, u komparativnoj povijesti kolonijalne okupacije, „Britanci i Nizozemci nadmašili Francuze“. Iz samoga Alžira obavijestio je Engelsa da je progresivni sudac Fermé (s kojim se redovno sastajao tijekom svoje karijere) primijetio da je mučenje nad Alžircima zarad iznuđivanja priznanja od strane francuske policije normalizirano, baš kao i ono koje engleska policija provodi u Indiji.“ On je izvijestio Marxa da „kada na primjer, arapska banda počini ubojstvo, obično s namjerom pljačke, a pravi zločinci budu propisno uhićeni, osuđeni i pogubljeni kroz dogledno vrijeme, to se ne smatra dovoljnim iskupljenjem za stranu pogođene kolonizatorske obitelji. Oni zahtjevaju da u „pogodbu uđe“ i najmanje pola tuceta nevinih Arapa (…) Kada europski kolonist živi među onima koje on smatra „nižim rasama“, bilo kao kolonist ili je tu samo poslom, općenito se smatra nepovredivijim čak i od kralja.“

Protiv britanskog kolonijalnog prisustva u Egiptu

Slično tome, nekoliko mjeseci kasnije, Marx se nije suzdržavao uputiti oštre kritike Velikoj Britaniji zbog njene kolonijalne prisutnosti u Egiptu. Rat iz 1882. koji su povele trupe Ujedinjenog Kraljevstva okončao je takozvani Urabijev ustanak koji je započeo 1879. i omogućio Britancima da uspostave protektorat nad Egiptom. Marx je bio ogorčen na progresivce koji su se pokazali nesposobnima održati autonomnu klasnu poziciju, te upozorio je da je apsolutno neophodno da se radnici suprotstave institucijama i retorici države.

Kada je Joseph Cowen, zastupnik i predsjednik Zadružnog kongresa – kojeg je Marx smatrao „najboljim engleskim parlamentarcem“ – opravdao britansku invaziju na Egipat, Marx je izrazio svoje puno neodobravanje.

Iznad svega, kritizirao je britansku vladu: „Jako lijepo! Zapravo, ne može postojati očigledniji primjer kršćanskog licemjerja od „osvajanja“ Egipta – osvajanja usred mira! Ali Cowen je u govoru održanom 8. januara 1883. u Newcastleu izrazio svoje divljenje „herojskom podvigu“ Britanaca i „blještavilu naše vojne parade“; niti je mogao “zadržati svoj zlobni smiješak nad prizorom svih onih utvrđenih ofenzivnih položaja između Atlantika i Indijskog oceana, i nadalje, ‘Afričko-britanskog carstva’ od Delte do Capea”. Bio je to „engleski stil“, kojeg karakterizira „odgovornost“ za „domaći interes“. U vanjskoj politici, zaključio je Marx, Cowen je tipičan primjer „onih jadnih britanskih buržuja, koji uzdišu dok preuzimaju sve više i više „odgovornosti“ u službi svoje povijesne misije, dok se uzalud bune protiv nje.“

Marx je poduzeo iscrpna društvena istraživanja izvan Europe i nedvosmisleno je bio protiv kolonijalnih razaranja. Pogrešno je sugerirati drugačije, unatoč instrumentalnom skepticizmu koji je danas tako moderan u određenim liberalnim akademskim krugovima.

Tijekom svog života, Marx je pomno promatrao glavne događaje u međunarodnoj politici i, kao što možemo vidjeti iz njegovih spisa i pisama, 1880-ih je izrazio snažno protivljenje britanskom kolonijalnom ugnjetavanju u Indiji i Egiptu, kao i kolonijalizmu Francuza u Alžiru. Bio je sve samo ne eurocentrik opsjednut isključivo klasnim sukobima. Marx je smatrao da je proučavanje novih političkih sukoba i perifernih geografskih područja fundamentalno za njegovu stalnu kritiku kapitalističkog sistema. I najvažnije: uvijek je bio na strani potlačenih protiv tlačitelja.

Categories
Reviews

Carlo Altini, Il Manifesto

Strumenti per una critica sistematica del Capitale

Capita spesso di leggere libri dedicati all’«attualizzazione» di autori del passato, utilizzati per criticare o per giustificare posizioni politiche del presente. In molti casi si tratta, però, di operazioni da valutare con cautela, visto che talvolta si fondano su strategie «commerciali», praticate per fondarsi su un’autorità «morale» dalla quale ottenere credibilità e attenzione. In altri casi il richiamo ai classici è superficiale, oppure retorico, senza un vero scavo storico o concettuale. E, anche nei casi in cui tale richiamo è sincero, gli aspetti «positivi» di queste operazioni (che consentono di attingere a uno sguardo obliquo in grado di smontare la «chiacchiera» contemporanea) si accompagnano ad altri aspetti «negativi», in particolare la mitologizzazione dell’autore o l’incapacità di vedere le differenze tra il passato e il presente.

Com’è facile immaginare, il caso di Marx è molto diffuso in operazioni di questo genere, soprattutto quando cerchiamo di comprendere le trasformazioni e le contraddizioni del capitalismo contemporaneo, continuamente a cavallo tra una crisi e l’altra, eppure sempre dominante su tutti i piani (economico, politico, sociale, culturale, simbolico).

UN TALE TENTATIVO di attualizzazione viene proposto dal volume collettaneo Ricostruire l’alternativa con Marx: economia, ecologia, migrazione, a cura di Alfonso Maurizio Iacono e Marcello Musto (Carocci, pp. 350, euro 32) che ha il merito di sfuggire proprio ai rischi prima citati, sia fondandosi su una solida analisi storica, filologica e concettuale della vasta produzione marxiana, sia mostrando grande attenzione per le singole specificità del capitalismo di oggi. Nessun intento celebrativo, infatti, né nostalgico, affolla i saggi degli autori italiani e stranieri che qui si confrontano con i problemi attuali della globalizzazione e del razzismo, dell’ambiente, delle migrazioni e del genere, e che non utilizzano il pensiero marxiano in modo «meccanico» e irriflesso, bensì cercando di riattivare – oltre ad alcune teorie chiave quali il valore di scambio, l’esercito industriale di riserva e il feticismo delle merci – l’aspirazione di Marx a una critica sistematica dell’economia capitalistica.

Una linea fondamentale del volume risiede nella questione ecologica. Kohei Saito analizza il processo dell’accumulazione originaria come causa del disastro tanto sul piano della giustizia sociale quanto su quello dell’ambiente, per giungere all’idea di una società postcapitalista caratterizzata dalla sostituzione dei modi di produzione e consumo che hanno determinato la catastrofe ecologica. Nell’ottica di individuare le reali condizioni antropologiche e sociali che possono permettere tale sostituzione, Gregory Claeys analizza la teoria marxiana dei bisogni, fino a sottolineare il carattere artificiale dei consumi promossi dal capitalismo: solo il recupero dei beni comuni di socialità e solidarietà consentirà di sfuggire alla trappola del consumismo che – oltre a generare ansia sociale, infelicità pubblica e narcisismo competitivo – sta conducendo all’esaurimento delle risorse naturali. In questa prospettiva di necessaria fuoriuscita dal capitalismo, Razmig Keucheyan mira a elaborare i confini di un nuovo «marxismo ecologico» utilizzando le teorie della democrazia deliberativa.

Un altro asse centrale del volume è costituito dalle migrazioni, considerate soprattutto dal punto di vista della forza-lavoro necessaria per la produzione capitalistica. I saggi di David Smith, Pietro Basso e Ranabir Samaddar mostrano che – all’interno di una comune chiave interpretativa marxiana, fondamentale per comprendere il fenomeno dello sfruttamento sia in epoca coloniale che nell’epoca globale – vi sono differenze sensibili tra la migrazione dei contadini nell’Inghilterra del Settecento e le migrazioni di oggi: tali differenze rendono necessario un aggiornamento del metodo analitico marxista, che deve considerare il lavoro in transito come una componente decisiva dello sviluppo capitalistico.

E TRA QUESTE COMPONENTI del capitalismo contemporaneo vi è anche la questione di genere, in un’ottica femminista: infatti, come afferma Silvia Federici, oggi si rende necessario rivisitare la teoria marxiana dal punto di vista della riproduzione sociale, che non è tanto un settore complementare del lavoro (per esempio, nel campo della cura), quanto la condizione di possibilità di ogni altra forma di lavoro.

È dunque chiaro che l’intento del volume è quello di utilizzare Marx per andare oltre Marx, ma non in modo retorico o messianico, bensì confrontandosi concretamente con le sfide attuali, nella consapevolezza che solo noi oggi possiamo affrontarle, senza affidarsi a risposte preconfezionate, in vista di una soluzione. Per evitare che, come dice Fredric Jameson, sia più facile immaginare la fine del mondo che la fine del capitalismo.

Categories
Journalism

Karl Marx: Anti-Kolonialis Pendukung Pembebasan Rakyat Arab

KETIKA tinggal di Aljazair, Karl Marx habis-habisan menyerang tindak kekerasan orang-orang Prancis, provokasi yang terus dilakukan, kesombongan tak tahu malu, praduga, dan obsesi mereka untuk membalas dendam bak Moloch tiap kali menghadapi pemberontakan warga Arab setempat.

“Polisi menerapkan penyiksaan untuk memaksa orang Arab ‘mengaku’, seperti yang dilakukan Inggris di India,” tulisnya. Ia melanjutkan, “Tujuan para penjajah sama belaka: memusnahkan kepemilikan kolektif masyarakat setempat dan mengubahnya menjadi barang yang bebas diperjualbelikan.”

Apa yang Marx Lakukan di Maghreb (Afrika Utara)?

Pada musim dingin 1882, tahun terakhir hidupnya, Karl Marx menderita bronkitis akut. Dokter menyarankannya beristirahat di tempat yang hangat. Gibraltar tidak masuk hitungan karena Marx perlu paspor untuk sampai ke sana–sebagai orang tanpa kewarganegaraan, ia tak memilikinya. Imperium Bismarck yang berselimut salju masih terlarang baginya. Italia juga bukan pilihan karena, seperti yang dikatakan Friedrich Engels, ”syarat pertama untuk pulih adalah tidak boleh ada gangguan dari polisi.”

Paul Lafargue (menantu Marx) dan Engels meyakinkan agar sang pasien melancong  ke Aljazair, yang saat itu tersohor di kalangan orang Inggris sebagai tempat tetirah musim dingin. Menurut putrinya, Eleanor Marx, Karl Marx terdorong melakukan perjalanan yang tidak biasa karena satu hal: menyelesaikan Das Kapital.

Karl Marx menyeberangi Inggris dan Prancis via kereta api lalu lautan Mediterania dengan kapal. Dia tinggal di ibu kota Aljir selama 72 hari, satu-satunya momen dalam hidupnya di luar Eropa. Seiring waktu, kesehatan Marx tidak kunjung membaik. Penderitaannya bukan hanya fisik. Ia juga sangat kesepian setelah kematian istrinya. Dalam satu suratnya kepada Engels, ia mengaku “…didera melankoli akut bak Don Quixote.” Karena kondisi kesehatannya itu pula Marx melewatkan aktivitas intelektual serius, yang selalu penting baginya.

Dampak Pemberlakuan Kepemilikan Pribadi di Bawah Rezim Penjajah Prancis

Perkembangan berbagai kejadian yang kurang menguntungkan itu membuat Marx sulit memahami realitas Aljazair. Nyaris mustahil juga baginya mempelajari karakteristik kepemilikan komunal di masyarakat Arab–sebuah topik yang sangat menarik perhatiannya beberapa tahun sebelumnya. Pada 1879, di dalam salah satu buku catatan studinya, Marx menyalin beberapa bagian dari buku karangan sosiolog Rusia Maksim Kovalevsky, Communal Landownership: Causes, Course and Consequences of its Decline. Bagian-bagian buku Kovalevsky ini khusus membahas pentingnya kepemilikan bersama di Aljazair sebelum kehadiran kolonialisme Prancis, berikut perubahan-perubahan di bawahnya.

Yang disalin Marx dari buku Kovaleskyz: “Pembentukan kepemilikan pribadi atas tanah–di mata kaum borjuis Prancis–adalah syarat yang diperlukan untuk semua kemajuan di bidang politik dan sosial.” Pemeliharaan lebih lanjut atas properti komunal, “sebagai corak penyokong tendensi komunis dalam pikiran, berbahaya baik bagi koloni maupun tanah air.” Marx juga tertarik pada pernyataan berikut: “pengalihan kepemilikan tanah dari tangan penduduk asli ke tangan penjajah telah dilakukan oleh Prancis di bawah semua rezim. (…) Tujuannya tetap sama: penghancuran kepemilikan kolektif masyarakat adat dan mengubahnya menjadi objek jual beli bebas, dan dengan demikian memuluskan penyerahan terakhir ke tangan penjajah Prancis.”

Mengenai Undang-Undang Aljazair, yang diusulkan oleh Jules Warnier dari Partai Republikan Kiri dan disahkan pada 1873, Marx mendukung klaim Kovalevsky bahwa satu-satunya tujuan legislasi tersebut adalah “perampasan tanah penduduk asli oleh penjajah dan spekulan Eropa.” Tindakan kurang ajar Prancis adalah “perampokan langsung,” atau konversi seluruh tanah yang belum digarap untuk digunakan penduduk asli menjadi “milik pemerintah.” Proses ini dirancang untuk menghasilkan kreasi penting lainnya: melenyapkan perlawanan penduduk lokal.

Sekali lagi, melalui kata-kata Kovalevsky Marx mencatat: “Fondasi kepemilikan pribadi dan pendudukan kaum kolonis Eropa di antara klan-klan Arab akan menjadi jalan paling ampuh yang mempercepat proses pembubaran persatuan-persatuan klan. (…) Perampasan terhadap orang-orang Arab yang dimaksudkan oleh undang-undang tersebut mempunyai dua tujuan: 1) memberikan tanah seluas-luasnya kepada Prancis; dan 2) melepaskan orang-orang Arab dari ikatan alami mereka dengan tanah air untuk mematahkan kekuatan terakhir dari persatuan klan yang kemudian dibubarkan, sehingga melenyapkan bahaya pemberontakan.”

Marx berkomentar bahwa individualisasi kepemilikan tanah seperti ini tidak hanya memberikan keuntungan ekonomi yang besar bagi para agresor tetapi juga mencapai “tujuan politik: menghancurkan fondasi masyarakat tersebut.”

Refleksi Dunia Arab

Pada Februari 1882, ketika Marx berada di Aljir, sebuah artikel di harian lokal The News mendokumentasikan ketidakadilan dalam sistem yang baru terbentuk. Di atas kertas, setiap warga negara Prancis saat itu bisa memperoleh konsesi atas lebih dari 100 hektare tanah di Aljazair, bahkan tanpa harus meninggalkan negaranya,  kemudian dapat menjualnya kembali kepada penduduk asli seharga 40.000 franc. Rata-rata, orang-orang Prancis itu menjual setiap tanah yang mereka beli seharga seharga 20-30 franc dengan harga 300 franc.

Karena kesehatan yang buruk, Marx tidak dapat mempelajari persoalan ini. Namun, dari enam belas surat yang masih ada (jumlah surat yang ditulisnya lebih banyak, tapi banyak yang hilang), ia mencatat sejumlah pengamatan menarik dari tepi selatan Mediterania. Yang paling mencolok adalah catatan yang berhubungan dengan hubungan sosial antar umat Islam.

Marx sangat terkesan dengan beberapa karakteristik masyarakat Arab. Bagi seorang “muslim sejati”, dia berkomentar: “Kecelakaan, baik atau buruk, tidak membedakan anak-anak Muhammad. Kesetaraan mutlak dalam pergaulan sosial mereka tidak terpengaruh. Sebaliknya, hanya ketika mengalami kerusakan, mereka baru menyadarinya. Secara adil, politisi mereka menganggap perasaan dan praktik kesetaraan absolut ini sebagai hal yang penting. Namun demikian, tanpa gerakan revolusioner, mereka akan mengalami kehancuran.”

Dalam surat-suratnya yang bernada mencemooh, Marx menyerang tindakan kekerasan dan provokasi berantai orang-orang Eropa, terutama “kesombongan dan keangkuhan mereka yang tidak berdasar terhadap ‘ras yang lebih rendah’, [dan] obsesi Moloch yang mengerikan terhadap penebusan dosa” terkait tindak pemberontakan apa pun. Ia juga menekankan, dalam perbandingan sejarah pendudukan kolonial, “Inggris dan Belanda mengalahkan Prancis.” Di Aljir sendiri, ia melaporkan kepada Engels bahwa hakim progresif Fermé yang sering ia temui sepanjang kariernya menyaksikan “suatu bentuk penyiksaan (…) untuk menggali ‘pengakuan’ dari orang-orang Arab, yang lumrah dilakukan (seperti halnya oleh orang Inggris di India) oleh polisi.”

Fermé juga menuturkan kepada Marx: “Jika, misalnya, suatu pembunuhan dilakukan oleh geng Arab, biasanya dengan tujuan perampokan, dan penjahat sesungguhnya dalam jangka waktu tertentu telah ditangkap, diadili, dan dieksekusi, maka itu belum dianggap cukup sebagai penebusan dosa di mata keluarga penjajah yang dirugikan. Mereka menuntut agar setidaknya setengah lusin orang Arab yang tidak bersalah juga ‘dilibatkan’. (…) Ketika seorang pendatang Eropa tinggal di lingkungan orang-orang yang mereka anggap ‘ras yang lebih rendah’, baik sebagai pemukim atau sekadar berbisnis, ia umumnya menganggap dirinya lebih kebal ketimbang raja.”

Melawan Kolonialisme Inggris di Mesir

Beberapa bulan berselang, Marx pun tak segan-segan mengkritik keras rezim Inggris di Mesir. Perang 1882 yang dilancarkan pasukan Inggris berhasil menghabisi pemberontakan Urabi yang dimulai pada 1879. Tindakan ini memungkinkan Inggris memasukkan Mesir sebagai daerah protektoratnya. Marx murka terhadap kaum progresif yang terbukti gagal mempertahankan posisi kelas yang otonom. Ia memperingatkan wajib hukumnya bagi kaum pekerja untuk menentang lembaga-lembaga dan retorika negara.

Ketika Joseph Cowen, anggota parlemen dan presiden Kongres Koperasi–yang dianggap Marx sebagai “anggota parlemen Inggris terbaik”–membenarkan invasi Inggris ke Mesir, Marx langsung mengecamnya.

Yang lebih penting lagi, ia mencerca pemerintah Inggris: “Bagus ya! Tak ada contoh kemunafikan Kristen yang lebih mencolok selain ‘penaklukan’ Mesir–penaklukan di tengah perdamaian!” Namun Cowen, dalam pidatonya pada 8 Januari 1883 di Newcastle, mengungkapkan kekagumannya atas “eksploitasi heroik” Inggris dan “pesona parade militer kita”; dia juga tak dapat “menahan senyum atas prospek kecil-kecilan dari semua posisi ofensif nan tangguh. Semua itu membentang antara Samudera Atlantik dan Samudera Hindia, serta sebuah ‘Imperium Afrika-Britania’ dari Delta ke Cape.”

Itulah “gaya Inggris” yang dicirikan “tanggung jawab” terhadap “kepentingan dalam negeri”. Dalam hal kebijakan luar negeri, Marx menyimpulkan Cowen sebagai contoh tipikal “kaum borjuis Inggris yang malang, yang mengeluh ketika semakin banyak memikul ‘tanggung jawab’ menjalankan misi bersejarah mereka, seraya sia-sia memprotesnya.”

Marx melakukan penyelidikan menyeluruh terhadap masyarakat di luar Eropa dan terang-terangan menentang kerusakan akibat kolonialisme. Mengatakan sebaliknya adalah suatu kekeliruan, meski ada skeptisisme instrumental yang hari ini sangat populer di lingkungan akademis liberal tertentu.

Sepanjang hayatnya, Marx mencermati peristiwa-peristiwa penting di panggung politik internasional. Seperti yang bisa kita lihat dari tulisan-tulisan dan surat-suratnya, ia pada 1880-an tegas menolak penindasan kolonial Inggris di India dan Mesir, serta mengecam kolonialisme Prancis di Aljazair. Dia sama sekali bukan eurosentris, tidak pula hanya terpaku pada konflik kelas. Marx berpendapat bahwa studi tentang konflik-konflik politik baru dan kawasan-kawasan pinggiran merupakan hal mendasar dalam kritiknya yang berkelanjutan terhadap sistem kapitalis. Yang terpenting, ia selalu memihak kaum tertindas untuk melawan penindas mereka.

Categories
Journalism

Karl Marx: un anticolonialista a favor de la liberación del pueblo árabe

“Aquí la policía aplica un tipo de tortura para obligar a los árabes a ‘confesar’, como hacen los británicos en la India”, escribió.

Marx: “El objetivo de los colonialistas es siempre el mismo: la destrucción de la propiedad colectiva indígena y su transformación en objeto de libre compra y venta”.

¿Qué hacia Marx en el Magreb?

En el invierno de 1882, en el último año de su vida, Karl Marx sufrió una severa bronquitis y su médico le recomendó un período de reposo en un lugar cálido. Se descartó Gibraltar porque Marx habría necesitado un pasaporte para entrar en el territorio y, como apátrida, no tenía uno. El imperio bismarckiano estaba cubierto de nieve y, de todos modos, todavía tenía prohibida la entrada, mientras que Italia estaba fuera de discusión, ya que, como dijo Friedrich Engels, «la primera condición en lo que respecta a los convalecientes es que no deben ser acosados por la policía».

Paul Lafargue, yerno de Marx, y Engels convencieron al paciente de dirigirse a Argel, que gozaba entonces de buena reputación entre los ingleses para escapar de los rigores del invierno. Como recordó más tarde la hija de Marx, Eleanor Marx, lo que empujó a Marx a realizar este viaje inusual fue su prioridad número uno: acabar El Capital.

Atravesó Inglaterra y Francia en tren y luego el Mediterráneo en barco. Residió en Argel 72 días y fue el único tiempo de su vida que pasó fuera de Europa. Con el paso de los días, la salud de Marx no mejoró. Su sufrimiento no era sólo físico. Se sentía muy solo después de la muerte de su esposa y le escribió a Engels que sentía “profundos ataques de profunda melancolía, como el gran Don Quijote”. Marx también echaba de menos –debido a su estado de salud– una actividad intelectual seria, siempre esencial para él.

Efectos de la introducción de la propiedad privada por parte de los colonizadores franceses

La sucesión de numerosos acontecimientos desfavorables no permitió a Marx llegar al fondo de la realidad argelina, ni le fue realmente posible estudiar las características de la propiedad común entre los árabes –una tema que le había interesado mucho unos años antes. En 1879, Marx había copiado, en uno de sus cuadernos de estudio, partes del libro del sociólogo ruso Maksim Kovalevsky, La propiedad comunal de la tierra: causas, curso y consecuencias de su decadencia. Estaban dedicadas a la importancia de la propiedad común en Argelia antes de la llegada de los colonizadores franceses, así como a las transformaciones que estos introdujeron. De Kovalevsky, Marx copió: “La formación de la propiedad privada de la tierra –a los ojos de la burguesía francesa– es una condición necesaria para todo progreso en la esfera política y social”. El mantenimiento de la propiedad comunal, «como una forma que apoya las tendencias comunistas en las mentes, es peligroso tanto para la colonia como para la patria». También le atrajeron las siguientes observaciones: “los franceses han buscado bajo todos los regímenes la transferencia de la propiedad de la tierra de manos de los nativos a las de los colonos. (…) El objetivo es siempre el mismo: la destrucción de la propiedad colectiva indígena y su transformación en objeto de libre compra y venta, y así facilitar el paso final a manos de los colonos franceses”.

En cuanto a la legislación sobre Argelia propuesta por el republicano de izquierda Jules Warnier y aprobada en 1873, Marx respaldó la afirmación de Kovalevsky de que su único propósito era “la expropiación del suelo de la población nativa por parte de los colonos y especuladores europeos”. El descaro de los franceses llegó hasta el “robo directo” o la conversión en “propiedad del gobierno” de todas las tierras baldías en común que quedaban para uso nativo. Este proceso fue diseñado para producir otro resultado importante: la eliminación del peligro de resistencia por parte de la población local. Nuevamente, a través de las palabras de Kovalevsky, Marx señaló: “el establecimiento de la propiedad privada y el asentamiento de los colonos europeos entre los clanes árabes se convertirían en los medios más poderosos para acelerar el proceso de disolución de las uniones de clanes. (…) La expropiación de los árabes prevista por la ley tenía dos objetivos: 1) proporcionar a los franceses la mayor cantidad de tierra posible; y 2) arrancar a los árabes de sus vínculos naturales con la tierra para romper las últimas fuerzas de las uniones de clanes que así se disuelven, y con ello cualquier peligro de rebelión” .

Marx comentó que este tipo de individualización de la propiedad de la tierra no sólo había asegurado enormes beneficios económicos a los invasores sino que también había logrado un «objetivo político: destruir los cimientos de esta sociedad».

Reflexiones sobre el mundo árabe

En febrero de 1882, cuando Marx estaba en Argel, un artículo en el diario local The News documentó las injusticias del sistema recién creado. Teóricamente, cualquier ciudadano francés de aquella época podía adquirir una concesión de más de 100 hectáreas de tierra argelina, sin siquiera salir de su país, y luego revenderla a un nativo por 40.000 francos. En promedio, los colonos vendieron cada parcela de tierra que habían comprado por 20 a 30 francos al precio de 300 francos.

Debido a su mala salud, Marx no pudo estudiar este asunto. Sin embargo, en las dieciséis cartas escritas por Marx que han sobrevivido (escribió más, pero se han perdido), hizo una serie de observaciones interesantes desde la orilla sur del Mediterráneo. Las que realmente destacan son las que tratan de las relaciones sociales entre musulmanes. Marx quedó profundamente impresionado por algunas características de la sociedad árabe. Para un “verdadero musulmán”, comentó: “tales accidentes, la buena o mala suerte, no diferencian a los hijos de Mahoma. La igualdad absoluta en sus relaciones sociales no se ve afectada. Al contrario, sólo cuando se corrompen toman conciencia de ello. Sus políticos, con razón, consideran importante este mismo sentimiento y práctica de la igualdad absoluta. Sin embargo, sin un movimiento revolucionario, se corromperán y arruinarán”.

En sus cartas, Marx atacó con desdén los violentos abusos y las constantes provocaciones de los europeos y, no menos importante, su “arrogancia descarada y presuntuosidad frente a las ‘razas inferiores’, [y] su espantosa obsesión, al estilo de Moloch, de expiación” de cualquier acto de rebelión. También destacó que, en la historia comparada de la ocupación colonial, “los británicos y los holandeses superan a los franceses”. Desde la propia Argel, informó a Engels que un juez progresista, Fermé, con el que se encontraba regularmente, había visto, a lo largo de su carrera, «un tipo de tortura» . (…) para extraer ‘confesiones’ de los árabes, utilizada habitualmente (como los ingleses en la India) por la policía”. Le había informado a Marx que “cuando, por ejemplo, se comete un asesinato por una banda árabe, generalmente con la intención de robar, y los verdaderos malhechores son debidamente detenidos, juzgados y ejecutados en su momento, esto no se considera suficiente” expiación por parte de la familia de colonos afectada. Exigen además «quitar de en medio» al menos media docena de árabes inocentes. (…) Cuando un colono europeo habita entre aquellos que son considerados ‘razas inferiores’, ya sea como colono o simplemente por negocios, generalmente se considera a sí mismo más inviolable incluso que el rey”.

Contra la presencia colonial británica en Egipto

De manera similar, unos meses más tarde, Marx no escatimó en criticar duramente la presencia británica en Egipto. La guerra de 1882 emprendida por las tropas del Reino Unido puso fin a la llamada revuelta de Urabi que había comenzado en 1879 y permitió a los británicos establecer un protectorado sobre Egipto. Marx estaba indignado con los progresistas que demostraron ser incapaces de mantener una posición de clase autónoma, y advirtió que era absolutamente necesario que los trabajadores se opusieran a las instituciones y la retórica del Estado.

Cuando Joseph Cowen, diputado y presidente del Congreso Cooperativo –considerado por Marx “el mejor de los parlamentarios ingleses”– justificó la invasión británica de Egipto, Marx expresó su total desaprobación.

Sobre todo, criticó al gobierno británico: “¡Muy bonito! De hecho, no podría haber un ejemplo más flagrante de hipocresía cristiana que la ‘conquista’ de Egipto: ¡conquista en medio de la paz! Pero Cowen, en un discurso pronunciado el 8 de enero de 1883 en Newcastle, expresó su admiración por la “hazaña heroica” de los británicos y el “deslumbramiento de nuestro desfile militar”; ni pudo “evitar sonreír ante la pequeña y fascinante perspectiva de todas esas posiciones ofensivas fortificadas entre el Atlántico y el Océano Índico y, además, un ‘Imperio africano-británico’ desde el Delta hasta el Cabo”. Era el “estilo inglés”, caracterizado por la “responsabilidad” por el “interés doméstico”. En política exterior, concluyó Marx, Cowen era un ejemplo típico de «esos pobres burgueses británicos, que gimen al asumir cada vez más ‘responsabilidades’ al servicio de su misión histórica, mientras protestan en vano contra ella».

Marx emprendió investigaciones exhaustivas de sociedades fuera de Europa y se expresó sin ambigüedades contra los estragos del colonialismo. Es un error sugerir lo contrario, a pesar del escepticismo instrumental tan de moda hoy en día en ciertos círculos académicos liberales.

Durante su vida, Marx observó de cerca los principales acontecimientos de la política internacional y, como podemos ver en sus escritos y cartas, en la década de 1880 expresó una firme oposición a la opresión colonial británica en la India y Egipto, así como al colonialismo francés en Argelia. Era todo menos un eurocéntrico obsesionado exclusivamente con el conflicto de clases. Marx pensó que el estudio de los nuevos conflictos políticos y las áreas geográficas periféricas era fundamental para su progresiva crítica del sistema capitalista. Lo más importante es que siempre estuvo del lado de los oprimidos contra los opresores.