Yabancılaşma, 20. yüzyılın en önemli ve en çok tartışılan konularından biriydi ve Marx’ın kavramsallaştırması bunda kilit bir rol oynadı. Yine de tahmin edilenin aksine yabancılaşma teorisinin kendisi çizgisel bir ilerlemeyle gelişmedi, Marx’ın yabancılaşma kavramı üzerine düşüncelerini içeren, öncesinde bilinmeyen metinlerinin basılması teorinin dönüşümündeki önemli moment oldu ve bu şekilde küresel düzeyde popülerleşti.
1844 Ekonomik ve Felsefi Elyazmalarındaki “yabancılaşmış emek” kategorisiyle Marx yalnızca yabancılaşma sorununu felsefe din ve siyaset alanlarından meta üretiminin ekonomisine doğru genişletmemiş, aynı zamanda ekonomiyi diğerlerini anlamanın ve üstesinden gelmenin öncülü haline getirmişti. Fakat yine de 1844’teki kavramsallaştırma henüz 26 yaşında yazılmış, yabancılaşmanın başlangıç ve taslak seviyesinde bir teorizasyonuydu. 1850 ve 1860’lardaki ekonomi yazılarında ise Marx’ın yabancılaşma konusundaki fikirleri erken felsefi el yazmalarına kıyasla çok daha geniş kapsamlı ve detaylıdır.
YABANCILAŞMA KAVRAMININ UZUN YÖRÜNGESİ
Yabancılaşmanın sistematik olarak ilk tariflenişi Hegel’in Ruhun Fenomenolojisi (1807) eserinde, ruhun nesnellik boyutunda kendinden farklı bir şeye dönüşmesini açıklamak için Entrausserung (kendini dışsallaştırma) Entfremdung (yabancılaşma/uzaklaşma) ve Vergegenständlichung (nesne haline getirme) kavramlarını kullanmasıyla olmuştur.
Yabancılaşma felsefe dünyasında zamanla unutulmuş, 19. yüzyılın hiçbir önemli düşünürü bu kavrama dikkat vermemişti. Marx bile yaşadığı dönemde basılan eserlerinde kavramı nadiren kullanmış, yabancılaşma üzerine tartışmalar İkinci Enternasyonal dönemi Marksizminde kendine hiç yer bulamamıştı.
Fakat bu dönemde kimi düşünürler daha sonra yabancılaşma ile ilişkilendirilecek kavramlar geliştirdiler. Emile Durkheim Toplumsal İşbölümü ve İntihar eserlerinde toplumsal iş bölümünde sosyal uyumu güvence altına alan normların büyük bir genişleme sonucu krize girdiği anda ortaya çıkan fenomenleri açıklamak için geliştirdiği “anomi” (dışlanmışlık) kavramı bunun bir örneği. Max Weber, Ekonomi ve Toplum kitabında toplumdaki “bürokratikleşme” ve insan ilişkilerindeki “rasyonel hesaplama” fenomenlerini kapitalizmin temelleri olarak düşünmüştür. Fakat bu yazarlar insan ilişkilerinin engellenemez eğilimlerini tarif ettiklerini düşünüyorlardı ve bunun temelinde verili toplumsal ve siyasal düzeni geliştirme niyetiyle yönlendirilmiş fikirler vardı, var olanı başka bir taneyle değiştirmek değil.
Yabancılaşmanın yeniden keşfi, Gyorgy Lukacs’ın Tarih ve Sınıf Bilinci eserinde, emek sürecinin insanı nesnel ve bağımsız bir şey olmaktan çıkararak dışsal, kendiliğinden yasalar içerisinde domine etmesi olgusunu açıklamak için “şeyleşme” kavramını geliştirmesiyle mümkün olmuştur. Kavramın yaygınlaşmasında belirleyici olan, 1932 yılında Marx’ın gençliğinde yazdığı 1844 El Yazmalarının ilk defa yayınlanması ile emek üretiminin emeğin karşısında “yabancı, üretenden bağımsız bir güç” haline gelmesi olgusunu açıklayan bir tanım olarak yabancılaşma kavramıyla karşılaşırız. Hegel’in aksine Marx için yabancılaşma nesneleştirme ile bağlantılandırılabilecek bir kavram değil, ekonominin belli bir formundaki özel bir olgudur: bu da ücretli emeğin ve emek ürününün üreticiye yabancı nesnelere dönüşüüdür. Hegel yabancılaşmayı emeğin ontolojik tezahürü olarak sunarken, Marx üretimin spesifik bir döneminin, kapitalizmin karakteristiği olarak düşündü.
İkinci dünya savaşından sonra yabancılaşma hem felsefede hem de anlatıya dayalı edebiyatta, Fransız varoluşçuların etkisiyle sık başvurulan bir tema haline geldi. Fakat bu dönemde insanın toplumdan kopuşunu, bireysellikle tecrübe dünyası arasında bir ayrımı, aşılamaz bir insanlık halini ifade ediyordu. Herbert Marcuse de yabancılaşmayı kapitalist üretim ilişkilerinin bir tezahürü olarak değil, nesnelleştirme olarak tanımlamıştı. Eros ve Uygarlık eserinde Marx ile arasına mesafe koyarak insanın kurtuluşunun ancak emeğin ilgasıyla -özgürleştirilmesiyle değil- ve sosyal ilişkilerde oyun ve libidonun olumlanmasıyla gerçekleşebileceğini savunuyordu.
YABANCILAŞMA KAVRAMININ KARŞI KONULAMAZ BÜYÜSÜ
Bir on yıl sonra kavram Kuzey Amerikan sosyolojisinin dağarcığına da girdi. Ana akım sosyologlar yabancılaşmayı toplumsal ilişkilerin değil, insanın bireysel bir sorunu olarak görüp tedavisinin merkezine de toplumu değiştirmeye dönük kolektif pratiği değil var olan düzene bireysel uyum sağlama kapasitesini koydular. Marksist gelenekte yabancılaşma kavramı kapitalist üretim biçimine dönük kimi keskin eleştirilere katkı verse de sosyolojideki kurumsallaştırması kavramı toplumsal normlara dönük bireysel bir uyum sorunu haline getirdi.
1960’larda ise yabancılaşma teorilerine ciddi bir rağbet başladı ve kavramın zamanın ruhunu mükemmel şekilde yansıttığı düşünüldü. Guy Debord’un Gösteri Toplumu yabancılaşma teorisini fikri üretimin eleştirisiyle bağdaştırdı: “‘ikinci endüstri devrimi’ ile yabancılaşmış tüketim kitleler için yabancılaşmış üretim kadar önemli bir görev haline geldi.” Fakat kavramın popülerleşmesi ve gelişigüzel kullanımı yoğun bir kavramsal belirsizlik yarattı. Birkaç yıl içerisinde yabancılaşma mutsuzluğun tüm spektrumlarına sirayet etmiş, her şeyi kuşattığı için de aşılamayacağı inancını üreten boş bir formüle dönüştü. Yabancılaşma teorilerine rağbet artarak, tüm dünyada konu üzerine yüzlerce kitap ve makale yazıldı. Kısaca bu bir yabancılaşma çağıydı. Farklı siyasi geleneklerden ve akademik disiplinlerden yazarlar yabancılaşmanın sebebi olarak metalaşmayı, aşırı uzmanlaşmayı, konformizmi, tüketiciliği, yeni teknolojilerden ötürü benlik yitimini ve hatta bireysel izolasyonu gösterdiler. Kuzey Amerikan akademi dünyasında tartışma daha paradoksal bir hal aldı, yabancılaşma kavramı hakiki bir bozulma yaşayarak başta karşısına aldığı toplumsal sınıfların savunucuları tarafından kullanılmaya başlandı.
MARX’A GÖRE YABANCILAŞMA
Marx’ın Grundrisse eserinin 1970’lerde popülerleşmesi ile yabancılaşma tartışmasının odağı Alman filozofun olgunlaşmış metinlerindeki kavramsallaştırmasına çekildi. Bu eserde, 1844 El Yazmalarındaki analizler yeniden fakat bu kez ekonomik kategorilerin daha kapsamlı bir kavrayışı ve daha keskin bir toplumsal analizle zenginleştirilerek ele alınıyor. Grundrisse’de Marx kapitalizmi şöyle tanımlıyordu: “Üretim süreçleri ve üretimlerin genel mübadelesi olarak tüm bireyler için hayati bir şarta dönüşürken aynı zamanda bu karşılıklı ilişki üreticilere yabancı görünen, kendiliğinden bir şeye dönüşüyor. Mübadele değerinde kişiler arasındaki toplumsal bağlantı şeyler arasındaki toplumsal ilişkiye dönüşürken; kişisel kabiliyet de nesnel zenginliğe dönüşüyor.” Erken dönem felsefi metinlere kıyasla bu ilerleme Kapital’in o ünlü bölümünde de gözlemlenebiliyor: “Metaların Fetişizmi ve Bunun Sırrı”. Marx’a göre, kapitalist toplumlarda insanlar arasındaki ilişkiler “kişiler arasındaki doğrudan toplumsal ilişkiler olarak değil… fakat kişiler arasındaki maddi ilişkiler ve şeyler arasındaki toplumsal ilişkiler olarak tezahür eder.”
Tüm bu teorilerin yayılması yabancılaşma kavramının o dönem ana akım sosyoloji ve psikolojideki hegemonik versiyonundan farklı kavramsallaştırmaların yolunu açtı. Yabancılaşmanın pratik içerisinde üstesinden gelmeye, toplumsal hareketlerin partilerin ve sendikaların siyasi eylemi ile işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarını değiştirmeye dönük bir kavramsallaştırma üretti. Marx’ın metinlerinin yayılması yalnızca yabancılaşmaya dair yeni çalışmalar için bütünlüklü bir teorik temel yaratmakla kalmadı, bu yıllarda tüm dünyada fışkıran siyasal ve toplumsal hareketler için anti kapitalist bir ideolojik zemin üretti. Yabancılaşma filozofların kitaplarından ve üniversite amfilerinden çıkarak emekçilerin mücadele alanlarına ve sokaklara taşındı, burjuva toplumun genel bir eleştirisine dönüştü.
Geçtiğimiz on yıllarda, emek dünyası dönemsel bir yenilgi yaşadı ve sol hâlâ derin bir kriz içerisinde. Neoliberalizm ile birlikte, birçok bakış açısından 19. yüzyıldakine benzer bir sömürü çağına girdik. Tabii ki Marx her güncel soruna cevap veremez fakat temel soruları saptayabilir. Piyasanın ve rekabetin domine ettiği bir toplumda Marx’ın yabancılaşmaya dair bugünle en alakalı fikirlerinin yeniden keşfi, hem geçmişi anlamak hem de kapitalizmin bugününün eleştirisini yapabilmek için zaruri eleştirel araçları sağlıyor.
Marcello
Musto